#60JahreMusik projemizi iki kısım halinde yayınladığımız “Bugün” dosyasıyla kapatıyoruz. Birinci kısımda aileleri, ikinci kısımda kendileri Almanya’ya göç etmiş müzisyenlere benzer sorular yönelttik.
Yanıtlar için bir sözcük sayısı sınırı belirlemiştik ama sınırı aşan yanıtları da olduğu gibi paylaşmayı seçtik. İki grup için de benzer sayıda müzisyenle iletişime geçtiğimiz halde Almanya’ya yeni dalgayla göç etmiş müzisyenlerden yanıt almamız biraz daha kolay oldu.
Göç hikâyelerinin ve kimlik meseleleriyle ilgili hislerin çeşitliliğine ve bugün Almanya’da müzisyen olmaya dair bir pencere açması dileğiyle, sorularımızın yanıtlarını müzisyenlerin sözleriyle paylaşıyoruz.
Türkiye ile Almanya arasında şekillenmiş müzik tarihinin altmış yılına bakmak iddialı bir fikirdi. Ulaşamadığımız müzisyenlerin, değinemediğimiz konuların varlığının farkındayız. Yine de #60JahreMusik için hazırladığımız otuzun üzerinde içeriğin, bir yapbozun parçaları gibi birleştiklerinde ortaya çıkan resmin görülmesini ve kalıcı olmasını umuyoruz.
Katkıda bulunan, proje süresince yollarımızın kesiştiği herkese teşekkürlerle…
Koordinasyon: Sedef İlgiç, Görkem Gölbaşı, Nazlı Atasayan
Katkıda bulunan müzisyenler (soyadı sırasıyla): Tice, Taner Akyol, Esra Dalfidan, Elektro Hafız, Deniz Mahir Kartal, Nil Kocamangil, Tuğçe Kurtiş, Eda Tanses
Yazı: Sedef İlgiç
Editör: Nükhet Polat
İngilizceye Çeviri: Zeynep Beler

Kısım I

Tice, Düsseldorf

Büyükbabası 1969’da Almanya’ya misafir işçi olarak gidiyor ve 1980 yılında babasını yanına alıyor. O dönem annesiyle babası bir senedir evli. Ağabeyi 1983 yılında, kendisi 1985 yılında Ankara’da dünyaya geliyorlar. Tice bir yaşındayken oturum izni alan babalarının yanına Almanya’ya göç ediyorlar ve o zamandan beri de orada yaşıyorlar. Tice’nin Almanca sözlerle yaptığı rap müziği buradan dinleyebilirsiniz.

Tice, sanatçının izniyle

Bugün Almanya’da “Türkiye kökenli” bir müzisyen için nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı

Bir müzisyenin temelde uluslararası bir ortamı vardır. Almanca müzik yapıyorum ve nereden geliyorsunuz sorusu her zaman mevcut olduğundan, kökenlerimin sosyal açıdan eleştirel bir şekilde akmasına izin veriyorum.

“Nerelisin?” sorusu temelde olumsuz bir ifade veya değerlendirme değildir, bazen ilgiden dolayı sorulur. Kimin bu soruyu hangi durumda ve hangi tonda yanıtlamak istediğine bağlı. Bence bu soru iş başvurusu veya kira başvurusu gibi alanlara ait değil.

Ailenizin Türkiye kökenli olmasının müziğinize, dinleyici kitlenize ya da müzik piyasasındaki yerinizde doğrudan bir etkisi var mı?  Almanya’da yaşadığınız şehrin ve şehir kültürünün müziğinize bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu sorunuza açıkça cevap veremem. En azından hayranlarım için önemli olduğunu düşünmüyorum. Yaşadığım şehir, diğer şehirler ve insanlar gibi, farklı şekillerde ilham kaynağıdır.

Müzikte yankılanan çağdaş göç dinamikleri ile “Gastarbeiter Groove” arasındaki köprüyü nasıl tanımlarsınız? Kendi müziğinizi bu göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?

“Ben öyleyim” (Ich bin so) şarkısıyla hikâyemi anlatarak Batı ile misafir işçi Groove arasında bir köprü kuruyorum. Her iki taraftaki duyguları birleştiriyorum.

Esra Dalfidan, Amsterdam

Şarkılarında caz ve Türk müziğini harmanlayan Esra Dalfidan 1975 yılında Almanya’da doğdu. 25 yaşında Isparta’dan Solingen’e demir ocağında çalışmaya gelen babasıyla 29 yaşında İstanbul’dan Ulmen’de terzi olarak bir kürkçü dükkanında çalışmaya gelen annesinin yolları bir dil kursunda kesişiyor. Ve ekliyor: “Ben anne ve babamla gurur duyuyorum çünkü hikâyelerini biliyorum; yaşadıkları zorlukları, yoktan var oluşlarını, özverilerini, alçak gönüllülüklerini ve bonkörlüklerini biliyorum. Bize paylaşmayı, aza kanaat etmeyi öğrettiler.”

Esra Dalfidan © Claudia Hansen

Bugün Almanya’da “Türkiye kökenli” bir müzisyen için nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?

İki kültür arasında büyümek hikâyemi ciddi boyutta zenginleştirdi ve ister istemez sanatıma yansıyor. Minnettarım ki bu hikâye ve zenginlikleri merak eden (Alman ve Türk) dinleyiciler mevcut. “Nerelisin?” sorusunu bu ilginin bir uzantısı olarak görüyorum. Sadece kökenimin odak noktası olması gibi durumlar da tabii olabiliyor.

Ailenizin Türkiye kökenli olmasının müziğinize, dinleyici kitlenize ya da müzik piyasasındaki yerinizde doğrudan bir etkisi var mı? Almanya’da yaşadığınız şehrin ve şehir kültürünün müziğinize bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Beni ben yapan Türk kökenim olduğu gibi yaşadığım yer ve çevre de öyle. Türk kökenimi kasten sanatıma yansıtma gibi bir niyetim hiçbir zaman olmadı. Müziğimi, kişiliğimi barındıran ve ifade eden bir sanat olarak görüyorum; ancak o zaman kendimi dürüst ve otantik hissediyorum, bu kişilik her iki kültürü de içeriyor.

Müzikte yankılanan çağdaş göç dinamikleri ile “Gastarbeiter Groove” arasındaki köprüyü nasıl tanımlarsınız? Kendi müziğinizi bu göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?

Belki buradaki köprü aslında zaman geçtikçe oluşan evrim. 60’lı ve 70’li yılların “Gastarbeiter Groove”u bu zamanın “çağdaş göç dinamiklerinden yankılanan müziği”. Kendimi bu müziğin bir parçası olarak görüyorum. Göçmen Türkler, ikinci kuşaktan farklı, ikinci kuşak üçüncüden yine farklı; bu farklılık müzikleri de etkiliyor.  

Eda Tanses, Mainz

1980’li yıllarda Türkiye’deki politik baskı yüzünden ve müzisyen kimliğinden ötürü Almanya’ya göç etmek zorunda kalan bir baba ve 60’lı yıllarda “Gastarbeiter” olarak Almanya’ya göç ederek maden işçiliği yapan bir aileden gelen bir annenin ilk çocukları. 1989’da Duisburg’da doğan Eda Tanses şu an Mainz’ta yaşıyor. Buradan müziğine dair kısa bir röportajını izleyebilir, buradan saz, gitar ya da ukuleleyle çalıp söylediği kendi bestelerini ve türkü yorumlarını dinleyebilirsiniz.

Eda Tanses © Arif Sertdere

Bugün Almanya’da “Türkiye kökenli” bir müzisyen için nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?

Ortamı değerlendirmeden önce müzisyenin kendini tanımladığı müzik tarzını da baz almak gerekiyor. Genel olarak anadilinde müzik yapıp farklı kültürlere ve özellikle Avrupa’da genel dinleyici kitlesine hitap edebilmek sanırım biraz da bu yola bilinçli girmeyi, düzenlenen konserleri, programları iki dilde hazırlamayı gerektirmekte. Farklı kültürlere ilgi duyan halihazırdaki kitleyi daha büyük bir noktaya taşımak, müziğini evrenselleştirmek bilinçli seçilmesi gereken bir yol. Aksi taktirde müziğinizi sunabileceğiniz sahneler dernek, bar ve eğlence kültürüyle sınırlı kalıyor ve maalesef biraz da yozlaşıp içi boşaltılarak popüler kültüre malzeme oluyor.

Nerelisin sorusu bu soruyu soran kişiyle ve sorarken güttüğü amaçla alakalı diye düşünüyorum. Genel anlamda doğrudan altında art niyet, ırkçı bir yaklaşım arıyor olsak da Türkiye çok dilli, çok nüfuslu, rengârenk bir ülke; bu ilgi ‒nadir de olsa‒ belki de Türkiyeli kimliğinin arkasındaki asıl hikâyeye yönelik bir soru olabilir Elbette çoğu zaman bu soruya verilen cevap bizi belli başlı önyargı kalıplarına koymak için de soruluyor. Bu anlamda insanların gitgide daha çok ses çıkarmaya, bu haksızlıklarla mücadele etmeye başladığını da görmek beni sevindiriyor. Bir toplum tarafından kabul edilebilmek, var olabilmek hiçbir zaman kendi kimliğini hiçe saymaktan geçmemelidir.

Ailenizin Türkiye kökenli olmasının müziğinize, dinleyici kitlenize ya da müzik piyasasındaki yerinizde doğrudan bir etkisi var mı? Almanya’da yaşadığınız şehrin ve şehir kültürünün müziğinize bir katkısı olduğunu düşünüyor musunuz?

Müzisyen bir ailenin çocuğu olmamın yanı sıra kültürlerine ve dillerine çok bağlı olan bir aileye sahip olmamın katkısı ve yansımaları oldukça büyük. Çok küçük yaşta Türk halk müziğiyle tanışıp anadilimde bu mirası dinleyerek, anlayarak büyütüldüm. Bu kendi yaptığım bestelere de yansıyor, kendimi anadilimde ifade ediş biçimime de. Elbette içine doğduğun Batı kültürünün de çok ciddi yansımaları oluyor müziğine, diline, kültür ve kişiliğine. Bunları harmanlayıp zenginlik olarak sürdürebilmek, kişisel kimlik çatışmalarının da çözümü diye düşünüyorum. Dolayısıyla her iki kültürün de yansımaları sanatımda büyük yer kaplıyor. Bir arkadaşım “modern kent ozanı” betimlemesini kullanmıştı, çok hoşuma gitmişti. Belki de kısa özeti budur. 

Müzikte yankılanan çağdaş göç dinamikleri ile “Gastarbeiter Groove” arasındaki köprüyü nasıl tanımlarsınız? Kendi müziğinizi bu göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?

İnsan iki kültür arasında büyüdüğü zaman sıkışmışlığın, kimlik çatışmasının yanı sıra elbette zenginliklerinden, farklılıklarından da faydalanıyor. Dolayısıyla yüzlerce yıllık bir kültürü yeniden icra ederken ister istemez onu modern kent tınılarıyla harmanlıyor.

Benden önceki ve benim neslim kültürler arası köprüler kurmakla, kimliğini her iki tarafıyla kabul ettirebilmek, kendini anlayıp ifade edebilmek için çok emek verdi ve hala vermekte.

Bizden sonraki nesil kültürler arası köprüleri günü gelecek birleştirecek, zamanla ne köprüler kalacak ne sınırlar; iç içe geçecek yeni bir kültür oluşacak bence. Benim okul zamanımda “Gastarbeiter” konuların ne okulda ne de sosyal hayatta rastlardık. Sanki Almanya’ya yoktan gelip her türlü entegrasyonu yok saymış asi bir neslin çocuklarıymışız gibi davranılıyordu. Bizler bile çoğu zaman ailelerimizin göç hikâyelerini ayrıntılarıyla bilmiyorduk. Çoğumuzun aileleri dile hâkim olmadıkları için ne kendi haklarını ne de çocuklarının haklarını savunabiliyor, farklılık yaratabiliyordu. Son yıllarda bu konularla ilgili, hâlâ çok az bulsam da çalışmalar yapılmaya başlandı; belgeseller, röportajlar arttı, konular medyada ses getirmeye ve toplum içinde yavaş yavaş yer edinmeye başladı. Benim müziğime doğrudan bir yansıması olmasa da dolaylı yollardan muhakkak etkilemiştir. Öte yandan babamın, 1980’lerde kaydettiği “Niye geldik Almanya’ya” diye bir bestesi var, sözleri şöyledir:

“Karlı dağların başından, yaylalardan ovalardan,
Ayrılıp kara sapandan, göç eyledik Almanya’ya, Almanya’ya,
Almanya’ya, niye geldik Almanya’ ya” 

O dönem buraya göç edip o zorlukları yaşamış neslin içinde hâlâ yaradır, hâlâ kırgınlıktır bir yerde.

KISIM II

Taner Akyol, Berlin

Besteci ve bağlama sanatçısı Taner Akyol, Bursa’da doğdu ve sazıyla ilkokul yıllarında tanıştı. 1996 yılında Berlin’e taşınarak müzik eğitimine burada devam etti. Aynı zamanda ilk solo konserini de bu yıl verdi. Burada Kreuzberg Müzik Enstitüsü’nde bestecilik dersleri alan sanatçı daha sonra bağlama sanatçısı ve besteci olarak uluslararası birçok ödül aldı. Halen Berlin’de yaşamakta olan Akyol Kreuzberg’de kendi kurduğu TA Musikatelier’de ve Universität der Künste Berlin’de bağlama dersleri vermekte, hem Taner Akyol Trio olarak hem de farklı projelerde müzik icra etmektedir.

Taner Akyol © Sebastian Dudey

Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen için bugün Almanya’da nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?

Genel olarak Almanya’da, özel olarak da Berlin’de çok kültürlü bir yaşam söz konusu. Dolayısıyla bu müzik hayatını da oldukça etkilemektedir. Müzisyen bir anda etrafında farklı bir dolu müzik kültürüyle karşılaşabilir, karşılıklı etkileşimle oldukça zenginleşebilir.

“Nerelisin” gibi sorular sınırlarla birlikte artık tarihin çöplüğünde yerini almalıdır diye düşünüyorum. İnsan doğduğu coğrafyanın değil yaşadığının kök saldığının bir parçası oluyor zamanla. Dolayısıyla nereden nereye gidildiğinin pek bir önemi kalmıyor.

Müziğiniz ya da müziğe bakış açınız Almanya’da yaşadığınız şehirdeki kültür ve sanat atmosferinden nasıl etkileniyor? Almanya ve Türkiye’de müzik yapmayı ya da sanatçı olmayı kıyasladığınızda nasıl bir fark deneyimliyorsunuz?

Elbette yaptığınız müzik köklerinizle direk bağlantılı olabilir. Fakat asıl belirleyici etken dinleyici kitlesi ve birçok açıdan nasıl bir müzik yaptığınızdır. Örneğin klasik müzik besteci olarak değerlendirdiğimde bu tarz müziği dinleyenlere ulaşıyorum. Yani hip hop dinlemeyen birine hangi dilde müzik yaparsanız yapın ulaşamazsınız. Elbette bağlama çalıp geleneksel türküler söylerseniz Türkiye kökenlilere her şekilde ulaşırsınız. 

Berlin’de kültürün, dolayısıyla müziğin çok renkli olması elbette her sanatçıyı etkiliyor. Tüm farklılıklar birbirinden besleniyor, dolayısıyla benim çalışmalarım da bu çok kültürlü yaşamdan etkilenebiliyor.

Almanya’ya sizden önce çeşitli nedenlerle göç etmiş müzisyenlerin ya da orada yetişmiş bugün üçüncü dördüncü kuşakların müziğe katkısı ile müziğiniz arasında bir bağ hissediyor musunuz? Kendi müziğinizi müzikte yankılanan çağdaş göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?

Ne yazık ki göçmenlerin kültürü yeterince etkilenmiş ve etkilemiş görünmüyor. İçine dönük yaşamlar, kültür korumacılığı gibi meseleler kültürün yeni ortamdan etkileşiminde sıkıntı yaratıyor. Bunca yıl sonra “göçmen kültürü” çok daha fazla yeni ortamıyla iç içe geçmeliydi. Etkilendiği gibi etkilemeliydi diye düşünüyorum. 

Kendi müziğimde etkileşimin göç etkenli olduğunu düşünmüyorum. Bağlama ve Anadolu halk müziğinden gelip klasik müzik eğitimi görmemem müziğimdeki asıl belirleyici etken diye düşünüyorum. 

Elektro Hafız, Köln

İstanbul’da doğup büyüyen Elektro Hafız, yıllarca Türkiye’de sanat ve müzik yapmaya çalıştığını aktarıyor. Çabalarına karşılık bulamayınca on sene önce Almanya’ya göç etti. Anadolu müziğini, saykodelik ve punk tınılarını müziğinde birleştiren sanatçının tanıdık melodiler ve kontrastlar arasında yeni seslere açılan şarkılarını dinlemek için lütfen tıklayın.

Elektro Hafız © Nazan Arslan

Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen için bugün Almanya’da nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?

Türkiye’den Almanya’ya göç etmiş bir müzisyen ya da sanatçı için bugün Almanya’da işini profesyonelce yapacağı bir ortam var. Emeğinin karışlığı her türlü var. Müzisyen olarak hayatı devam ettirebilme lüksü var. Yaptığın işe saygı duyulduğunu, ciddiye alındığını görmek insanın motivasyonunu arttırıyor. 

Nerelisin sorusunun hiçbir anlamı yok. Şu an kendimi hiçbir yere ait hissedemiyorum. Vatanda yabancı, burada Almancı durumu geçerli.

Müziğiniz ya da müziğe bakış açınız Almanya’da yaşadığınız şehirdeki kültür ve sanat atmosferinden nasıl etkileniyor? Almanya ve Türkiye’de müzik yapmayı ya da sanatçı olmayı kıyasladığınızda nasıl bir fark deneyimliyorsunuz?

Müziğim hiçbir şekilde şu an bulunduğum şehir ya da ülkeden etkilenmedi. Yani göç sonrasından bahsediyorum. Çünkü buraya göç ettiğimde İstanbul gibi çok kültürlü ve kalabalık, yoğun bir şehrin bende yarattığı ilham vardı. O hâlâ sürüyor. Zaten müziğimin de burada ilgi görmesinin sebebi başka bir coğrafyadan etkilenmiş olmam.  

İki ülke arasında sanatçı olmayı kıyaslamak gerekirse, Almanya bu konuda bana birçok kapı açtı. Türkiye´de yakalayamadığım fırsatları yakaladım. 

Sonuçta eskiden Türkiye’deyken ulaşmaya çalıştığımız yerdeyim. Her şeye daha yakınım.  Maalesef Türkiye’de sanat ya da müzik yapmak çok zor is. Hep zordu, hiçbir zaman kolay olmadı.

Her şeyden önce, sanatçı ve müzisyenlerin kendi aralarında bir dayanışma ve beraberlik yok. Birtakım hedeflere ulaşmamızda büyük bir sıkıntı yaratıyor bu durum. 

Sanatçılarımızda ego çok yüksek. Paylaşım yok.

Kısaca sunu diyebilirim: “Almanya beni yabancı olduğum için sevmediği hâlde sanatçıyım diye destekliyor.”

Almanya’ya sizden önce çeşitli nedenlerle göç etmiş müzisyenlerin ya da orada yetişmiş bugün üçüncü dördüncü kuşakların müziğe katkısı ile müziğiniz arasında bir bağ hissediyor musunuz? Kendi müziğinizi müzikte yankılanan çağdaş göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?

Daha önce göç etmiş müzisyenlerin yaptığı hislerle müzik yapmıyorum. Aramızda bir bağ yok diyebilirim. Onların gelme sebebi başkaydı çünkü. Bambaşka hikâyeleri ve kendine ait özel bir kültürleri olduğunu düşünüyorum. Kendi müziğimde daha önce dediğim gibi göçün bir etkisi olmadı.

Deniz Mahir Kartal, Berlin

Deniz Mahir Kartal’ın Almanya yolculuğu 2013’te yüksek lisans yapmak için Berlin’e gidişiyle başlıyor. “Elektronik müziğin dünyadaki başkenti”nde, Berlin’deki dans ritimleri ile Anadolu müziğini nasıl bir araya getireceği üzerinde çalışmaya başlıyor. Hem üflemeli hem telli enstrümanlar çalan ve besteler yapan Deniz Mahir Kartal’ın bu yıl yayınlanan “KafaNar” albümünün ardından 17 Aralık’ta Volkan İncüvez’le yeni albümleri Günebakan’ın ilk üç parçası dinleyicilerle buluşacak.

Deniz Mahir Kartal © Özge Balkan

Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen için bugün Almanya’da nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?

Yeni göç dalgası genellikle eğitimini tamamlamış ve kendine yeni alanlar açmak için fikirleri olan insanlar topluluğunda oluşuyor. Bu sebeple Almanya’ya son zamanlarda sanatçı olarak gelenler en azından evrensel müzik dili hakkında temel/genel bilgiye sahip. Bu sebeple kendi toplumu içinde sıkışıp kalmadan daha enternasyonal bir müzik ağının içinde kendine yer bulabiliyor.

“Nerelisin?” sorusu, kim tarafından soruluyorsa anlamını değiştiriyor. Eğer soru seni gerçekten hiç tanımayan ve geldiğin yer üzerinden kodlamaya ihtiyaç duyan biri tarafından soruluyorsa rahatsız edici olabiliyor. Bu soru işin gereği karşındakini aydınlatacak bir şekilde soruluyorsa daha çok önem kazanıyor. Çünkü her birimizin küçüklükten beri işlenen kültür kodları, göç sırasında ve sonrasında birer araca dönüşüyor. Bu araçlar da buradaki varlığımızı sürdürmemize yardımcı oluyor.

Müziğiniz ya da müziğe bakış açınız Almanya’da yaşadığınız şehirdeki kültür ve sanat atmosferinden nasıl etkileniyor? Almanya ve Türkiye’de müzik yapmayı ya da sanatçı olmayı kıyasladığınızda nasıl bir fark deneyimliyorsunuz?

2013 yılında Berlin’e yüksek lisans eğitimi için geldiğimde, o zamana kadar aldığım eğitimi Almanya’da nasıl kullanabilirim diye düşünmeye başladım. Sonrasında hemen her gün buradaki konserleri ve sanatsal etkinlikleri ziyaret etmeye başladım. Bir zaman sonra elektronik müziğin dünyadaki başkenti olan Berlin’in dans ritimleri ile Anadolu müziğini bir araya getiren solo performansım üzerine çalışmaya başladım. Geçtiğim eylül ayında yayınlanan “KafaNar” isimli albüm, geldiğim yer ile yaşadığım yer arasında bir köprü kuruyor.

Almanya’da serbest olarak müzik icracılığı yapan herkesin resmî sanatçı sıfatı alabilmesi çok önemli bir durum. Türkiye’de bu statüye devletin neredeyse hiç açmadığı devlet sanatçısı kadrolarına alındığınızda sahip olabiliyorsunuz. Bunun dışında Almanya sanatçı nüfusunun en yoğun olduğu ülkelerden biri. Bu yüzden farklı müzik türlerine, kültürlerine, icracılarına temas etmeniz hiç de zor değil. Bu durum da müzikal gelişiminizde büyük rol oynuyor.

Almanya’ya sizden önce çeşitli nedenlerle göç etmiş müzisyenlerin ya da orada yetişmiş bugün üçüncü dördüncü kuşakların müziğe katkısı ile müziğiniz arasında bir bağ hissediyor musunuz? Kendi müziğinizi müzikte yankılanan çağdaş göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?

Almanya’da özellikle ilk göç sonrası çok ciddi bir etnik müzik dinamiği başladı. Burada yetişen yeni kuşaklar ise hem bu dinamiğin bir parçası oldu hem de Avrupa ve Almanya’daki güncel müzikle beslendiler. Bu zamana kadar gelen bu iç içe geçme hâlâ durmaksızın devam ediyor. Kişisel olarak birçok kez bu tür sanatsal projelerin bir parçası olsam da bu dinamiklerin içinde kalmak yerine kendimi ve sanatsal anlayışımı daha ileri taşımak için çabalıyorum.

Kesinlikle! Müzikal olarak bulunduğum her alanda, içinde büyüdüğüm Anadolu müziğinin bir parçası muhakkak bulunuyor. Almanya’da icracı olarak katıldığım her bir etkinliğin asıl sebebi de bu müziği özünde iyi biliyor olmak. Bu yüzden her bir tını hem benim hem yüzyıllardır süregelen kültürel göçün hem de bu dinamiklerin büyük parçaları. 

Tuğçe Kurtiş (Santi & Tuğçe) Berlin

İstanbul’da doğup büyüyen Tuğçe Kurtiş, tiyatro, müzik ve psikoloji eğitimi görmek için 17 yaşında ABD’nin Vermont eyaletine bağlı Bennington şehrine gitti. Kültürel psikoloji alanında doktorasını tamamladıktan sonra University of West Georgia’da psikoloji bölümünde öğretim üyesi olarak çalışmaya başladı. 2017’de ABD’den ayrılarak Avrupa’ya taşınma kararı aldı. 2017 yazından bu yana Berlin’de yaşıyor, akademide çalışmaya devam ederken Paraguaylı Santi’yle birlikte Santi & Tuğçe ismiyle müzik yapıyor. Buradan müziklerini dinleyebilirsiniz.

Tuğçe Kurtiş © Victoria Byt

Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen için bugün Almanya’da nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?

Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen tanımına pek uyduğumu söyleyemem. Çünkü 2000 yılından bu yana Türkiye’de yaşamıyorum. 2017 yazında ABD’den Berlin’e taşındım. Bu taşınma sürecini de “göç”ten ziyade bir “geçiş süreci” olarak kurguladım buraya gelirken.

Müzik ortamı olarak, şu anda elbette pandemi nedeniyle Almanya’daki müzik dünyası tüm dünyada olduğu gibi durgun, türlü belirsizlik ve kaygılar içerisinde. Ancak pandemi öncesi dönemde çok renkli, çok sesli, yeniliğe ve denemeye açık, kolektif çalışmayı ve üretmeyi seven, oldukça keyifli, sanatçıya hem ilham hem destek veren bir müzik ortamıyla karşılaştığımı söyleyebilirim.  

Tam da kültür, kimlik, toplumsal bellek ve dinamikler gibi alanlarda araştırma yapan bir sosyal bilimci olduğum için bu soruya çok farklı yerlerden yaklaşabileceğimizi düşünüyorum. Çok kısaca şöyle diyeyim. “Nerelisin?” sorusunun farklı soruluş şekilleri var (örneğin, “Nerede doğdun?”, “Kendini en çok nereye ait hissediyorsun?” ya da “Buradan olmadığın belli, aslen nerelisin/ailen nereden?” gibi). Bu soruya çok farklı yanıt seçenekleri de mümkün (örneğin “Akdenizli”, “Doğu Berlinli”, “Filistinli” vesaire). O nedenle, “Nerelisin?” sorusu çok farklı ve değişken anlamlar taşıyan bir soru. Bu soruya verilen yanıt, ya da kısaca “kimlik” sadece öz tanımımızdan oluşmuyor. Başkalarının gözünden nasıl tanımlandığınızla da ilgili bir kavram. Kendimi bir dünya insanı ya da yaşayan evrenin bir parçası olarak tanımlamak istesem de Almanya’da, ABD’de ya da başka bir yerde bazen “öteki”leştiriliyorum. Özellikle Almanya’da kimi zaman çok hızlı bir şekilde kutuların içine koyulduğumu hissediyorum. “Aaa sen Türkiye’den misin? Ben seni İspanyol/İtalyan/Latin Amerikalı sanmıştım!” tarzı sıkça duyduğum tepkilerden de anlaşıldığı üzere, Almanya’daki “Türkiyeli” olma kavramı genelde “Gastarbeiter” kimliği ve bu kimliğe atfedilen önyargılar üzerinden tanımlanıyor. O yüzden kendi seçtiğiniz kimlikler yanı sıra size yüklenen kimlikleri de bir şekilde taşımak veya açıklamak zorunda kalabiliyorsunuz burada.

Müziğiniz ya da müziğe bakış açınız Almanya’da yaşadığınız şehirdeki kültür ve sanat atmosferinden nasıl etkileniyor? Almanya ve Türkiye’de müzik yapmayı ya da sanatçı olmayı kıyasladığınızda nasıl bir fark deneyimliyorsunuz?

Berlin çok uluslu, çok farklı sanat, politika ve hayat anlayışına sahip toplulukların bir arada yaşadığı, yenilikçi ve dinamik yapısıyla günümüzde birçok sanatçıyı kendine çeken bir buluşma noktası. Hatta birçok sanatçının, özellikle birçok müzisyenin favori şehri. Bir yandan puslu, karanlık, bir yandan da rengârenk, çok katmanlı bir şehir. Bu nedenle Santi’yle birlikte yaptığımız çok kültürlü, çok renkli, çok dilli müzik için ideal bir mekân. Buradaki sanatçılarla birlikte çalışmak, üretmek, buradaki dinleyicilerle müziğimizi paylaşmak, şehrin sunduğu farklı sanatsal ve kültürel zenginlikten beslenmek büyük bir şans.

İkinci soruyla ilgiliyse, öncelikle kendi yaptığım müziğin iki ana merkezi var, bunlar da İstanbul ve Berlin. Dinleyicilerle diyaloğumuzun en heyecanlı, en coşkulu olduğu iki şehir bunlar.

Ülke olarak karşılaştırırsak, Almanya’da sanata ve sanatçıya genel anlamda çok daha fazla destek ve değer verildiği bir gerçek. Bence bugün sanatçı veya müzisyen olarak var olabilmek hiçbir yerde kolay değil. Türkiye’nin günümüz toplumsal, kültürel ve ekonomik koşulları düşünüldüğünde sanatçıların yaşamlarını ve müziklerini devam ettirecek maddi veya manevi ortamı bulabilmelerinin çok daha güç olduğunu gözlemliyorum. Bu nedenle de Türkiyeli müzisyenlerin kendilerini uluslararası müzik camiasında kabul ettirmelerini çok önemli bir başarı olarak değerlendiriyorum.

Almanya’ya sizden önce çeşitli nedenlerle göç etmiş müzisyenlerin ya da orada yetişmiş bugün üçüncü dördüncü kuşakların müziğe katkısı ile müziğiniz arasında bir bağ hissediyor musunuz? Kendi müziğinizi müzikte yankılanan çağdaş göç dinamiklerinin bir parçası olarak görüyor musunuz?

Müziksel anlamda yakın bir bağ hissettiğimi ya da genel olarak dinlediğim müziklerle kimlikler veya kuşaklar üzerinden ilişki kurduğumu söyleyemem. Aynı şekilde kendi yaptığım müziğe de belli bir kimlik veya akım penceresinden bakmıyorum. Paraguay doğumlu partnerim Santi’yle seneler önce ABD’de tanıştığımızdan bu yana dünyanın pek çok farklı müzik türünden ve döneminden esinlenen İspanyolca, Türkçe ve İngilizce şarkılar yazıyor ve üretiyoruz. Yaptığımız müziği çağdaş göç dinamiklerinin veya bir bölgenin, kuşağın, topluluğun müziği değil de evrensel insan yolculuğunun bir parçası olarak görüyoruz. Değişik topraklardan, deneyimlerden, hayallerden, kültür birikimlerinden ilham alan, bunları çağdaş ve elektronik yapılarla yoğuran bir müzik. Bu anlamda bizi en çok harekete geçiren şey içinde yaşadığımız insani yolculuğa dair derin bir boyutta bağ kurma isteği.

EK: Tersine Bir Göç Hikâyesi

Nil Kocamangil, İstanbul

1989 yılında İstanbul’da doğan çellist Nil Kocamangil, Köln’e yüksek lisans, solo viyolonsel eğitimi almak üzere 2009 yılında taşındı. Mezuniyetinin ardından 2012’de eğitimine Paris’te devam etti. Burada solo viyolonsel ve ardından oda müziği ana sanat dalında olmak üzere iki farklı yüksek lisans diploması alarak mezun olduktan sonra Almanya’ya döndü ve stajını tamamladıktan sonra Leipzig’e taşındı. Hochschule für Musik und Theather Leipzig’te doktorasını tamamladı ve bu okulda öğretim görevlisi olarak çalışmayı sürdürdü, ta ki yeniden İstanbul’a dönene dek. Şu anda solo kariyeri ve konserlerine devam etmekle birlikte Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda öğretim görevlisi olarak çalışıyor. Ayrıca “uzun yıllardır hayalini kurduğu” bir oluşum olan, İstanbul Uluslararası Oda Müziği Festivali ve İstanbul Uluslararası Müzik Akademisi’nin kurucu ve genel sanat direktörlüğünü yapıyor.

Nil Kocamangil © Pelinnur Işıkçı

Türkiye’den Almanya’ya yeni göç eden bir müzisyen için bugün Almanya’da nasıl bir müzik ortamı var? İçinde yaşadığımız göç sonrası süreçte “Nerelisin?” sorusunun sizce bir anlamı var mı?

Alanım klasik müzik olduğu ve klasik müziğin dünyadaki en önemli merkezlerinden biri Almanya olduğundan ötürü yüksek standartlarda bir müzik ortamı mevcut. Biz müzisyenler büyük saygı görmekteyiz ve hem eğitim hem de iş adına birçok imkân mevcut. Ben Almanya’ya 20 yaşımda eğitim amaçlı geldiğim için bu sorunun cevabı her zaman Türk’üm olarak kalacak. Öyle olmasaydı bile, nereye gidersek ya da temelli yerleşirsek yerleşelim hiçbir zaman özümüzü unutmamalıyız diye düşünüyorum.

Müziğiniz ya da müziğe bakış açınız Almanya’da yaşadığınız şehirdeki kültür ve sanat atmosferinden nasıl etkileniyor? Almanya ve Türkiye’de müzik yapmayı ya da sanatçı olmayı kıyasladığınızda nasıl bir fark deneyimliyorsunuz?

Bir önceki soruda da belirtmiş olduğum üzere klasik müziğin beşiği olan Almanya’da atmosferden ya da olanaklardan olumlu yönde etkilenmemek mümkün değil. Zira eserlerini seslendirmekte olduğumuz çoğu bestecinin doğup büyüdüğü bir ülkede yaşamak, onlar hakkında daha kolay bilgiye ulaşabilmek, dünyanın en iyi orkestralarını ve sanatçılarını görebilmek dinleyebilmek ve bu sayede müziğin kaynağına bu kadar yakın olabilmek bu etkilerden sadece birkaçı. Türkiye’yle kıyasladığımda ise en büyük fark tabii ki öncelikli olarak bu müzik türünün Batı’ya ait olması, dolayısıyla ülkemize Avrupa’ya göre çok daha geç ulaşması. Ayrıca maalesef Türkiye’de popüler kültüre verilen değerin sanata ve sanatçıya verilen değerle kıyaslanamayacak kadar fazla olması da bir diğer fark.

Almanya’ya sizden önce çeşitli nedenlerle göç etmiş müzisyenlerin ya da orada yetişmiş bugün üçüncü dördüncü kuşakların müziğe katkısı ile müziğiniz arasında bir bağ hissediyor musunuz? 

Cumhuriyet Dönemi’nin başlarında devlet konservatuvarlarının açılmasıyla birlikte Atatürk Türk müzisyenleri eğitim için Avrupa’ya göndermiştir ve kendileri daha sonra öğrendiklerini aktarmak ve klasik müziğin ülkemizde gelişmesine destek olmak amacıyla tekrar ülkeye dönmüşlerdir. Dolayısıyla bu konuya göç bağlamında bir cevap vermem maalesef çok zor. Ancak günümüzde yine eğitim veya iş için Almanya’ya giden ve temelli olarak orada kalan birçok meslektaşım mevcut. Maalesef çoğunlukla mesleki standartlar, hayat kalitesi, ekonomi gibi birçok nedenden insanlar haklı olarak herhangi bir nedenle gittikleri ülkelerde kalmak istemekteler. Bu durum beyin göçünün artmasına da neden oldu.

Ben bunun farkında olarak aksine uzun yıllar aldığım eğitim, mesleki tecrübem ve gelecek nesillere destek olabilmek, onlara bildiklerimi aktarabilmek amacıyla 12 yıllık Avrupa deneyimim sonrası Türkiye’ye dönme kararı aldım. Aslında son birkaç senedir aklımda vardı bu fikir, ani bir karar değildi. Geleceğin sanatçı adaylarına sistemi içeriden birisi olarak gösterebilmek ve zamanında bana verilen, sonsuz müteşekkir olduğum destekleri elimden geldiğince genç nesillere de sağlayabilmek istedim.

Bu yazı Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nün desteğiyle hayata geçirilen #60JahreMusik projesinin bir parçası olarak hazırlanmıştır.

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bu Başlıkta Daha Fazla - #60JAHREMUSIK

Fikirlerinizi paylaşın