Berkay Tuncay’ın, “İnsan tuhaf, ne hoyrat, ne şaheser ve nasıl ilkel hayret” başlıklı kişisel sergisi 13 Mart’ta Sanatorium’da açıldı. İsmini Hande Yener’in, “Kibir” isimli şarkısının sözlerinden alan sergiyi, bu linkten ulaşarak sanal olarak gezmemiz mümkün. 

Berkay Tuncay sanat pratiğini; internetin küresel toplum üzerindeki etkisini, yine interneti kullanarak araştırırken şekillendiriyor. Sergisiyle ilgili sohbet etmek için Berkay ile internet üzerinden bir görüntülü aramada buluştuk. Bu sohbette, tıpkı işlerinde olduğu gibi, sanal ve gerçek, ilkel ve modern, sığ ve derin ikilikleri tam da ikilik olmaktan çıktı, birbirinin içinde, devamı ya da belki tıpkısının bir başka versiyonuna dönüştü.

İşlerin Ait Olduğu Yer

S: Ben sergiyi dijital ortamda gezdim. Sence sanal sergi turu, sergiyi galeriye gelerek gezmeye göre ne kaybettiriyor?

B: Sergiyi en başında galeri mekanında gezilmek üzere tasarladım ve buna göre işler ürettim. Sergi hazırlıkları aylar öncesinden başlıyor ve galeri mekanında deneyimlenecek bir sergi tasarladık. Tabii ki sergim en geniş anlamda internet kültürüyle ilgili, bu yüzden de insanlardan çok çevrimiçi deneyimlenebilir bulduklarına dair geri bildirimler alıyorum. Neredeyse ait olduğu yere geri dönmüş gibi hissediyorlar. Ben de böyle olduğunu düşünüyorum. Yine de örneğin günümüzde internet üzerinden birbirimize gönderdiğimiz meme denilen görselleri, orada mağara insanlarının duvara ilk izler bıraktıkları teknikle uyguladım. O duvar resimlerinin yapılış tekniğiyle, kullandığım materyallerle ilgili ipuçlarıyla galeri ortamında farklı bir deneyim yaşanabilirdi.

Bulantı | Nausea, 2020. Copyright © Berkay Tuncay.

S. Otuz bin yıl öncesinden bahsettiğin bu teknikle, Sponge Bob bir araya geliyor. Sartre’ın bulantısı ile zamanımızdan bir şarkıdaki bulantı bir arada. Bu birlikte düşünmenin anlamı ne?

B: Bu bağlantıları kurmayı seviyorum. En başta belki bir şekil ya da fikri çağrıştıran bir şeyle karşı karşıya kalıyor insan. Ben biraz bu izleri sürmeyi seviyorum. Biraz bu döngüsel zaman üzerine düşünüyordum. Şu anda insan türü olarak “gelebileceğimiz” en üst teknolojik noktadayız ya da böyle olduğumuzu düşünüyoruz.

İnsanlığın başlangıcından itibaren kullanılan iletişim yollarının, enformasyonun dağılımının belki de sadece bir varyasyonuyuz.

Dolayısıyla ben bu gidiş gelişleri çok seviyorum. Daha önceki çalışmalarımda da böyle örnekler var.

S: Hiyeroglif bir işin vardı.

Smiley Column, 2017, Copyright © Berkay Tuncay.

B: Doğru. Kanya West gibi bir pop ikonuyla, Sümer tabletleri, birbirleriyle nasıl ilişki kurabilir diye sorguladığım bir işim vardı. İnsanın bilgiyi bir sonrakine aktarma isteğine bakıyorum. Mesela duvardaki el izlerinden yola çıktım. Elin boyaya batırılıp duvara iz bırakması kültürel bir durağanlık yaratıyor. Ve binlerce yıl sürüyor. O dönemde günümüzdeki anlamda sanat kavramı olmadığından kimi otoriteler bunlara mağara resmi derken kimileri kültürel bir birikim olduğunu kabul etmekle yetiniyor. Günümüzdeki internet meme’leri, bunların yayılımı, dağıtımı, dolaşmasıyla mağaralardaki bu izler bana çok yakın geliyor.

Nafile Tarih

S: Bugünlerde işe fiziki olarak gitmemek bana, kendime ayırabilecek zaman kazandırdı. Şu anda Sultangazi’de hava eskisine göre yüzde otuz temizlenmiş. Yani bir şeyleri yapmadığımız zaman çevremiz ve kendimiz için daha büyük bir yarar ortaya çıkarabiliyoruz. Berlin’deki Tempelhofer Feld’le ilgili de hep düşünürüm. Eski havaalanına bir bina ya da alış veriş merkezi inşa etmemiş olmak insanlar ve çevre için çok büyük fayda üretiyor. Senin işindeki yapılacaklar listesinde “hiçbir şey” yazılmış ve üzeri çizilmiş. Evde kaldığımız bu zamanın tam olarak meme’i bu diye düşündüm. Öte yandan Poems from Instant Messaging’de de endişeli ruh halimiz ve sürekli bir mutlu olma daveti, neredeyse mecburiyeti var. İşlerin nasıl oluyor tam da şu an içinde bulunduğumuz karantina günlerini anlatıyor?

To-Do List: Nothing, Berkay Tuncay, 2020. Copyright © Zeynep Fırat

B: Tabii ki COVID-19 virüsünün dünyayı ele geçireceğini düşünerek yaptığım işler değil bunlar. Ama şu anla bu kadar ilgili çünkü benim çalışma alanım şu an. Ve bir şekilde internet üzerinde gördüklerimin nafile bir tarihini tutmaya çalışıyorum.

Nafile bir tarih çünkü mesela viral olan bir videonun popülerliği bir gün. Hatta belki iki saat sonra birine gösterdiğinde ben bunu görmüştüm yanıtını alıyorsun. Benim nafile çabam bunların izlerini sürüp koruma altına almak.

Bir internet kullanıcısı ve birey olarak internet deneyimim üzerine tutulan, kendi tarihimi tutmaya çalışıyorum. Bu iki işin tam da şimdiyi anlatıyor. Çünkü benim işlerim internette çıkan sesin bir yansıması ve bu “gerçek hayat”la aynı anda gerçekleşiyor. İnternet üzerindeki kültürü, toplumsal ayaklanmalarda, felaketlerde, birey ya da toplumu ilgilendiren fenomenlerde sokakta nasıl tartabiliyorsak öyle. Gezi’de de dünyanın çeşitli yerlerindeki toplumsal hareketlerde de bunu yaşıyoruz.

2011-2012’lerin başından beri internet kullanıcılarının duygu ve anksiyeteleriyle uğraşıyorum. Bir önceki kitabın adı “Rahatlama Videolarından Şiirler”di. 9-5 çalışan insanın şehir hayatından zaman bulamayıp tropikal plajların seslerini açma, yağmur sesi dinleme, ekrana bakarak yoga yapma isteğinden yola çıkmıştı. Burada da yine dilin ekonomikleşmesiyle hayatın içinden çıkabilecek deneysel şiir örnekleri yer alıyor.

Ciddiyet ve Mizah

S: Serginin hem ismi hem kendisinde insan doğasına dair bir araştırma var. İnsan doğası denince varoluş felsefesi gibi derin konular akla geliyor. Neden bu temayı genellikle sığlıkla ilişkilendirilen popüler kültürle ele alıyorsun?

B: Öncelikle ciddi konuları tartışabilmek için mizahın gerektiğine inanıyorum. İkinci olarak da sığlık ve derin anlamlılığın sınırını algılamak benim için güç. Popüler kültürden Hande Yener’in seslendirdiği Sezen Aksu tarafından yazılmış bu sözler benim için inanılmaz anlamlı. Eğer aynı varoluşsal yerden gelip anlam üretmeye odaklanıyorsak bu benim hayat deneyimimle eşleşiyor.

Bu yüzden “İnsan ne hoyrat, ne şaheser ve nasıl ilkel, hayret” tam olarak benim bu “primitif” gördüğümüz zamanlarla yine günümüzde “insanın en üst modeline geldiğini” düşündüğümüz zamanları karşılaştırmak için bundan daha iyi bir söz öbeği olamazdı.

S: Teşekkür ederim.

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bu Başlıkta Daha Fazla - Söyleşi

Fikirlerinizi paylaşın