Mehtap Baydu, Berlin’de yaşayan ve çalışmalarının özünü performans sanatı oluşturan bir sanatçı. Şu anda Tarabya Kültür Akademisi’nde konuk sanatçı olarak bulunuyor. Aynı şehirde olmamıza rağmen salgın dolayısıyla bir görüntülü aramada buluştuk.
Şu anda İstanbul’da üç karma sergide işleri yer alıyor. Bunlardan ilki Signs Art Space‘te; diğerleri İstanbul Modern ve Arter’deki güncel koleksiyon sergilerinde. Karakter Bürünmek, Koza ve süregiden performansı ve Osman’ı konuştuk.
Kapak görseli: Anıl Eraslan
KARAKTER BÜRÜNMEK

Karaktere Bürünmek performansında Mehtap Baydu, farklı meslek gruplarını ve sınıfları temsil eden kadınlardan aldığı gündelik kıyafetleri performans alanına taşıyıp üst üste giyiyor. Onları çıkarttıktan sonra ortaya üç boyutlu bir obje çıkıyor, bu objelerden biri, İstanbul Modern’in güncel koleksiyon sergisinde yer alıyor. Copyright © İstanbul Modern
Şehirlere Dinamizm ve Enerji Katan Kadınlardır
M: İstanbul Modern’de 2012’de Kassel’de yaptığım ilk performansın edisyonu bulunuyor. Geçen sene Berlin’de, 2014 yılında Brezilya’da ve 2018’de Münih’te aynı performansı sergiledim. Her seferinde kültürel doku ve şehrin dinamiğinin etkisiyle görsellik de değişiyor. Brezilya’daki elbiseler rengârenkti mesela. Elbiseyi isterken kurduğun diyalog da aynı şekilde gelişiyor. Şehrin farklı bölgelerini gezerken sokakta karşılaştığım birine “Merhaba, ben Mehtap Baydu, bana gündelik kullandığın elbiselerden bir tanesini verir misin?” diye soruyorum. Hem de kıyafetler performanstan sonra bende kalıyor. Bana kıyafetlerini vermelerini ama geri alamayacaklarını söylüyorum. Kıyafetlerin yanı sıra kısa bir mektup da istiyorum. Bu metinleri herhangi bir kısıtlama olmaksızın kıyafetlerle oluşturduğum enstelasyonun bir parçası olarak sergiliyorum.
S: Tabii bir de nasıl bir şey yapacaksın elbisemle, diye bir soru.
M: Özel bir şey kıyafet sonuçta.
S: Neden erkeklerden değil de kadınlardan kıyafetler alıyorsun?
M: Ben uzun süredir beden üzerine çalışıyorum. Belki de yanıt, ben kadın olduğum için kadınları kendime yakın görmem. Bu iş için böyle bir malzeme olması gerektiğini biliyordum. Hangi ülkede hangi kültürde olurlarsa olsunlar farklı kadınların yaşantıları birbirine benziyor. O şehirde yaşayan ve üreten kadınlar, o şehrin dinamiğinin, kültürünün beraberinde getirdiği bir renk skalasını taşıyor. Aslında şehirlere dinamizm ve enerji katan kadınlardır.
Birçok bireyin gündelik yaşantısını bir araya getirip tek bir vücut oluşturuyorum ve daha sonra bu vücudu kendi bedenimle de birleştirip bir objeye dönüştürüyorum.
Kendi Elbisemi de Her Defasında O Elbiselerle Beraber Çıkarıyorum
S: Performansı sergilerken izleyici nasıl tepki veriyor? Sanki tüm kıyafetleri üzerine giydikçe tüm toplumsal rollerin oluşturduğu bir yükün altına giriyorsun gibi. Kıyafetleri giymek ve sonra çıkartmak sana nasıl hissettirdi?
M: Genel olarak bireyin üzerine aldığı rollerle ilgili çalışıyorum. Dediğin gibi; birer rol onlar. Her bir karaktere bürünmek, o olmak, onun yerine geçmek bir yük aslında. Sonra kendinle beraber ondan ayrışmak.
Kendi elbisemi de her defasında o elbiselerle beraber çıkarıyorum. Dolayısıyla kendimi de bırakıyorum, bir kez daha kendimden de uzaklaşıyorum.
Önce elbiseleri asıyorum ve bir enstelasyon oluşuyor. Sonra onları tek tek, aynı gündelik hayatta olduğu gibi giyiyorum. Gündelik hayat işlerimin çoğunda var aslında. O sıradan nesneyi sanat nesnesi olarak kullandığın zaman bir yabancılaşma, bir tekinsizlik yaratıyor. O kıyafet tanıdık ama tam da bilmediğin bir şeye dönüşüyor.
Seyirci performanslarımın çoğunda gönüllü olarak katılımcı aslında. Performansımın tanıklarıyla bir etkileşim var. Duvarlarda da daha önce kadınlardan tek tek istediğim metinler oluyor. Metinleri performansıma müdahil olsunlar diye istiyorum. Performans seyircinin o alanı gezmesiyle başlıyor, sonra ben ona katılıyorum. Burada bir yandan kavramsal bir içerik, öte yandan fiziksel bir müdahale var. Üzerine giydiğin şeyden bir şekilde kurtulamaya çalışıyorsun. Evde bir defasında prova yaparken içinde kaldım. Sonra eşim tek tek üzerimden elbiseleri çıkartarak beni kurtarmıştı. Performans biraz da risk içeren bir şey.
Bütün Serüven Kontrolün Altında Olmayabilir
S: Her şeyin olabileceği bir an performans. Bir seyirci bir şey yapabilir, sıkışabilirsin…
M: Bir defasında bir seyirci bir anda koşup sana yardım edeyim diye düşündüm demişti. Ve gerçekten onları üzerimden çıkartmak tıpkı bir hayvanın deri değiştirmesi gibi. İçinden çıkabilir miyim çıkamaz mıyım tedirginliği de var. Ama buna rağmen içinde kalsam onun da başka bir şey olacağını biliyorum. Performansın zorluğu sonradan müdahale edip düzeltme şansının olmaması.
Ne yapmak istediğini tam olarak biliyorsun ama bütün serüven senin kontrolün altında olmayabilir.
Seyircinin katılımı, ilgisi her zaman senin istemene bağlı değil. Performans anında seyirciyle bütünleşiyorum, bir harç haline geliyoruz.
KOZA

Görsel Copyright © flufoto
Baydu’nun hayatında önemli yeri olan erkeklerden aldığı gömleklerden hazırladığı yumaklarla kendisine bir koza ördüğü video performansı ve bu performans sonucu ortaya çıkan koza, Arter’in güncel koleksiyon sergisinde görülebilir.
İş Kendi Kendini Tercüme Edebilmeli
S: Koza’da da buradaki temaların benzerleri var. Deri değiştiriyor gibi hissettiğini söyledin mesela. Ve yine kıyafet söz konusu. Öncelikle Arter’de işin hikâyesi yer almıyor sanırım, yalnızca video ve koza var?
M: İş oraya çıktıktan sonra kendini temsil edebilmeli bence. Hemen hemen hiçbir işimin yanında açıklaması yoktur diyebilirim. Biraz da benim kendi işimi gördüğüm açıdan farklı olarak başkası için başka bir pencere açabiliyor. Seyirciyi yönlendirmek çok da haddime düşmez. İş kendi kendini tercüme edebilmeli.
S: Bence seyircinin bir iş karşısında özgür olabilmesi kıymetli. Kendisine dikte edilmesi yerine ben bunu ortaya koydum sen kendi birikimin ve bakış açınla ne görüyorsan onu alıp çıkmakta özgürsün, bu bana iyi gelen bir yaklaşım.
M: Kesinlikle. İşini hem iyi hem severek yapan, çok donanımlı bir küratör Selen Ansen. Arter’deki Kelimeler Pek Gereksiz sergisini işimin yer almasından bağımsız çok beğendim. İşin anlaşıldığını ve yerini bulduğunu düşünüyorum.
Koza’nın ilk çizimlerini 2012 yılında yaptım. Bu bir video performans. 2015 yılında documanta-Halle Kassel’de, onlar için yapılan bir binada gerçekleştirdim. Bir yıl öncesinden gündelik yaşamımdan tanıdığım erkeklerden gömlekler toplamaya başladım. 33 erkeğin gömleği var kozanın içinde. Evimin hemen altındaki büfeci, yemek yemeye gittiğim restorandaki aşçı ya da birlikte dil öğrendiğim bir insan ya da o sırada Ankara’ya gitmiştim, eniştem, Sakal Kafe’nin sahibi Kadir, sanatçı arkadaşım Levent Kunt ya da Suriye’den sığınmacı arkadaşım.
Önce bu gömlekleri tek tek kesip bir yumağa dönüştürüyorum. Bu gömleklerle kendi etrafımda bir koza örüyorum ve bu on sekiz gün sürüyor. Üç şişle başladığım kozayı örmeyi, on beş, on altı şişle bitiriyorum. Gömlekleri “Bir performans için gömleğini istiyorum ama gündelik kullandığın bir gömleği,” diyerek istiyorum ve onları yıkamıyorum. Genellikle ben gömlekleri istedim ama bana işin içinde yer almak istiyorum diyenler de oldu. Gömleği alırken de o kişinin gömlekli portresini çektiğim andan itibaren artık o kişi o gömleği taşıyamıyor. Yanına yedek kıyafet almayı unutan biri oldu, üstü çıplak geri döndü.
S: On sekiz gün olduğunu duyduğumda şaşırdım çünkü video on yedi buçuk dakika.
M: İnanılmaz bir materyal vardı orada, onu kesip on yedi küsur dakikaya indirmek çok kolay olmadı. Bu tip uzun süreli performanslarda çok disiplinli çalışmak gerekiyor. Tıpkı işe gider gibi her gün saat sekizde başlıyordum. Çok sıcak bir Almanya yazına denk geldi. 40 derece sıcaklıkta, sabah sekizden akşam ona kadar yalnızca bir öğle yemeği arası veriyordum.

Görsel copyright © Hadiye Cangökçe, Arter
S: Ben demin neden kadınlar diye sormuştum burada da neden erkekler diye soracağım…
M: Biraz da içgüdüsel olarak biliyorsun neden öyle olması gerektiğini, malzeme tesadüfi değil. Sonuçta kadın dünyası erkek egemenliği tarafından bir kozayla sarmalanmış ve bu koza içinden çıktığında değişebilme, başka bir şeye dönüşebilme ihtimalini barındırıyor. Çıkınca artık sen o değilsin başka bir şeysin.
S: Ben iki farklı dönüşüm gördüm, biri materyalin dönüşümü, diğeri senin. Bir kere materyal kendi içinde değişiyor, gömlekler kozaya dönüşüyor ve koza hala orada. Gömlekleri erkek bakışı olarak düşündüğümüzde, sana saldırabilen de bir bakışı alıp kendini koruduğun, dış dünyadan ayırdığın bir kozaya dönüştürüyorsun. Sonunda ellerin kozanın üzerinden çıkıyor, burada da umutlu kendi dönüşümün var, kozaya girmek belki kelebek gibi daha güzele gitmen, potansiyelini gerçekleştirmen için seni koruyor.
M: Çok güzel anlamışsın. Orayı açık tutmak, ellerimin açıkta kalması onun içinde kalacağımı değil içinden çıkabileceğimi anlatıyor.
OSMAN

Osman, Mehtap Baydu’nun 2009 yılından beri yaşatmaya başladığı, Almanyadaki göçmen işçileri temsil eden kurmaca bir karakter. … Bazen buradaki gibi bir fotoğrafta karşımıza çıkabiliyor, bazense bir performans sırasında. Copyright © Mehtap Baydu.
Herkes gibi Osman da Karantinaya Girdi Şimdi
S: Salgın öncesinde şanslıysak İstanbul sokaklarında karşılaşabileceğimiz biriydi Osman. Acaba bu günleri atlattığımızda yine karşılaşır mıyız kendisiyle?
M: Evet, “Osman” ilerleyen zamanda karşımıza çıkacak.
S: O sırada orada olmak çok isterim. Aynı şekilde Osman kahvehaneye gitmiş, arkadaşlarıyla konuşurken de orada olmayı isterim.
M: “Osman”ı İstanbul’da insanlarla kamusal alanda bir araya getirmekti amaç. Tarabya Kültür Akademisi’nin sanatçılar için sunduğu burs ile bir süredir İstanbul’dayım. Çok uzun zamandan beri ilk defa bu kadar uzun süreli İstanbul’da kalıyorum. Özellikle bu dönemde bir süre burada yaşamak ve üretmek hep aklımdaydı. “Osman” Bu süre içerisinde gerçekleştirmeyi planladığım projelerimden bir tanesi. Onu, 2009 yılından beri yaşatmaya başladım, göçmen işçi grubunu (Gastarbeiter) temsil eden kurmaca bir karakter. Fakat bu beklenmedik salgın ile beraber herkes gibi Osman da karantinaya girdi şimdi. İçinde yaşadığımız durumun, bir sanat projesine birebir nasıl yansıdığına tanık oluyoruz.
Buradaki ekiple sürekli iletişimdeyiz, destekleri insanın içini rahatlıyor. Tarabya ekibine teşekkür etmek istiyorum: Pia Entenmann, Çigdem İkiışık, Meik Clemens Laufer, Sinem Tekel, Lena Alpozan, Alma Seiberth, Tijen Tugay.
S: Çok teşekkür ederim, vaktin için, istanbulberlin’in ilk röportajını verdiğin ve desteğin için.