Almanya’da ırkçı saldırıların en yoğun yaşandığı dönemde Türkiye kökenli gençlere yalnız olmadıklarını hissettiren, onları güçlendiren bir oluşumdu Cartel. Türkiye’deyse Türkçe rap’in kitlelere yayılmasını sağlayan en önemli mihenk taşı oldu.
Bu röportajda, Cartel’in kurucularından Kerim Yüzer yani Kabus Kerim’in Nürnberg’de DJ’likle müziğe başlamasından Cartel’in Türkiye’yi kasıp kavurduğu 1995 senesine uzanıyoruz. Röportajdaki detaylarla atmosferi yaşayacak, belki okurken geçen yıllara rağmen ezberlerden çıkmayan “Cartel, bir numara, en büyük… Cehennemden çıkan çılgın Türk…” sözlerini mırıldanacaksınız…
Röportaj: Sedef İlgiç & Nazlı Sağdıç Pilcz
Yazı: Sedef İlgiç
Editör: Nükhet Polat
İngilizceye Çeviri: Zeynep Beler

Almanya’da gördüğüm ilk şehir, ailemin yanına geldiğim Nürnberg’di. Tabii o zaman Almanya’nın hikâyesini bilmiyoruz. Okulda Nazileri öğretiyorlar. Peki Naziler kim? ‘Onlar da Alman.’ Bizim evden çıkınca 200 metre ileride Hitler’in halka seslendiği alan var. Şehir tam bir işçi şehri, Almanya’nın Detroit’i gibi. Fabrikaların hepsi burada; Adidas’tan Bosch, Siemens, Grundig’e… Amerikalılar da 2. Dünya Savaşı sonrası Almanya’da ilk olarak Nürnberg’e yerleşmişler. Ben ilk defa onların kulüplerinin birinde çaldım.

Böyle anlatmaya başlıyor Kabus Kerim Almanya’da 88 ya da 89 yılındaki ilk yaptığı DJ’liği, henüz Frühstück Alla Turca etkinliğimizi birlikte düzenlemeden önce bir video görüşmede buluştuğumuzda. Burası iki bin kişinin üzerinde kapasitesi olan bir kulüp. O yıllarda plaklar pahalı, bir plak 45 mark civarında. Kerim de World of Music plak dükkânına gidip kulaklıklarla müzik dinliyor. Bir yandan da bu kulübe gelip gidiyor, kulübün plak arşivini ve plakların yerini öğreniyor, bazen DJ’lere yardım ediyor. Bir gün DJ’lerden biri hastalanınca, sahneye sen çık demeleri üzerine “düşmek üzere olan uçağın co-pilotu olarak” sürüyor ve yere çakılıyorlar. Bu ilk çakılma maceranın sonu değil başlangıcı…

Karakan Bu Yıl 30 Yaşında

Kerim o yıllarda kendisine sert gelen müzikleri tercih etmiyor, Afrika Bambaataa tarzı daha “soft” hip hop’ı takip ediyor. 91 yılının başlarında, Chill Fresh lakaplı arkadaşı Perulu/Alman DJ ve prodüktör Michael Huber, Kerim’in müzik seçkisini beğendiğini ve kendisini King Size Terror grubunun Türk olan diğer üyesiyle tanıştırmak istediğini söylüyor. Nürnberg’de rap yapan bir Türk olmasına şaşıran Kerim böylelikle Alper’le yani albüm kapağında “The Incredibel AI” diye anılan Alpertunga Köksal, veya daha sonra tanınacağı lakabıyla Alper Ağa’yla tanıştırıyor. Hemen o yıl Karakan’ı kuruyorlar.

Kayıtlar dinledik. Böyle bir şey hayatımda duymamıştım. Tabii rap-vari bir şeyleri Barış Manço’dan duymuştuk, Ali Desidero filan da dinlemiştik. Ama Türkçe kelimelerin bu şekilde hardcore kullanımı beni çok etkiledi.

“Hip Hop Jam’lerde Çalınır, Akşamında Aynı Salonda Minderler Üzerinde Uyunurdu”

Birlikte 30 yıl önce çıktıkları müzik yolculuğu, “iyi anlaştıkları” Alper’le böylece başlıyor. Kerim başta arkada DJ’lik yapıyor, Alper rap yapıyor. King Size Terror albümündeki Karakan parçası “Bir Yabancının Hayatı” Alman hip hop sahnesine ilk defa Türkçe rap’i tanıtıyor. Bu parça Kerim’in sözleriyle 90’lı yılların sorunlarını ifade ediyor: “Sosyo-kültürel sorunlar, gençlerin sorunları, ailelerle ve çevreyle yaşanan sorunlar, evdeki hayat, dışardaki hayat…”

Solingen ve Mölln olaylarından sonra, kendi imkânlarıyla kaydedip dağıttıkları Defol Dazlak isimli parçayı çıkartıyorlar. Bu parça Almanya’daki Türk gençler için adeta bir marşa dönüşüyor. 

CD’leri o dönem Türk marketlerinden alabiliyordunuz. Yanlış hatırlamıyorsam 20.000 tane CD basıldı single olarak. Biz de hip hop jam’lerde sahne almaya başladık. Bazen sadece yol parasını ödeseler de gidiyorduk, bu müziği tanıtmak bizim için değerliydi. Jam’de çıkıyorduk, akşamına aynı salonda minderler serilip uyunuyordu. Ertesi gün ya başka bir yere ya da eve geri dönülüyordu.

Kerim, yıllarca bu şekilde emek verdiklerini anlatıyor. Hatta stüdyo masrafları ve ekipmanlar çok pahalı olduğu için müziğini finanse etmek için fabrikada sezonluk işçi olarak çalıştığı da olmuş.

“Sonra da Albümü Türkiye’de Çıkardık. Sonrası Malum, Tarih Yazıldı”

“Şarkıların birisine ben de gireyim dedim, Alper de girdi, sen back vokalleri yap… Derken baktık Karakan’la bizim 6 şarkımız var.” Defol Dazlak’tan sonra teklifler de almaya başlıyorlar. Berlin’den gelen bir teklifi daha cazip buluyor, atlayıp gidiyorlar: “Görüştük ve bize ‘bir albüm yapın’ dediler. ‘Bizim albüm yapacak kadar malzememiz yok, hazırlamak için çok zamana ihtiyacımız var. Hazırlıkları Berlin’de tamamlayacak maddi bir rahatlığımız da yok.’” Çareyi derleme bir albüm fikrinde buluyorlar. Cinai Şebeke ve Asiatic Warriors’u tanıdıklarını söylüyorlar. Görüşmelerle birlikte Cartel de başlıyor.

94’ün ilk haftası stüdyoya giriliyor, bir sene sonra, 95’te bu albüm, altı grupla başlanan yolculuk sonunda Cina-i Şebeke ve Karakan grupları ve Erci-E ile çıkıyor. Underground’da bilinen bir isim hâline gelmiştik. Albüm Almanya’da bayağı ses getirdi. MTV’ye ve Alman haber kanallarına çıktı: ‘Türk grupları böyle bir şey yaptı,’ diye anlatıyorlardı. Sonra da Türkiye’de çıkardık, sonrası malum, tarih yazıldı. 

“The Prodigy MTV Röportajı: ‘Bu Aralar Cartel/Karakan’dan Evdeki Ses’i Dinliyoruz.’”

“Farklı kafalardaki insanların en rahat yaşadığı, Berlin’in en güzel döneminde” burada defalarca çalıyorlar. Ancak Kreuzberg’deki SO36’nın yeri onlar için ayrı. Bu kulüpte “Video release party”lerini yaptıklarında Türkiye’deki plak şirketi Raks’tan da birileri vardı. “Dediler ki: ‘Biz bu albümü çıkarırız ama Türkiye’de 10.000 satmaz.’ Zaten bizi hiç ilgilendirmiyor, çıkarsanız da çıkarmasanız da olur. Bizim hedefimiz aslında burasıydı. Önemli bir şirketten, Universal’dan Almanya’da çıkmıştık. Ama Türkiye’de popüler olunca tabii ki buradaki bağı koparıp mecburen onun promosyonunu yaptık. Oysa biz Almanya’da ses getireceğimize inanıyorduk. Çünkü hip hop’ı anlayan kültür Almanya’da oluşmuştu. O zamanlar The Prodigy o kadar popüler değildi. Bir MTV röportajlarında o sıralar en çok kimleri dinledikleri sorulduğunda ‘Evdeki Ses, Karakan, Cartel’ yanıtını vermişlerdi. 2000 yılında Der Spiegel, 50 Jahre Popmusik und Jugendkultur in Deutschland diye bir albüm çıkardı. O derlemede ‘Evdeki Ses’ de var. Almanya’nın müzik tarihine girmiş bir parça yani. Burada kalsaydık bence çok daha farklı olabilirdi.”

“Orada Müziğin Bize Verdiği Devasa Bir Güce Sahipmişiz.”

Ancak orada kalmıyorlar. Türkiye’de bir ayda yirmi beş kadar konser veriyorlar. Faşist oldukları iddialarını: “Hayır biz faşist değiliz. Almanya’da yaşıyoruz, bizim özlemimiz farklı,” diye yanıtlıyor Kerim.

En unutulmaz anılarını sorduğumuzda ilk sıraya MTV News’te canlı yayınlanan Beşiktaş İnönü Stadı’nda verdikleri konseri koyuyor, ikinci sırada Diyarbakır konseri var. İnönü Stadı’nda Michael Jackson’ınkinden sonra en çok rağbet gören konserleri Time dergisine de konu oluyor.

Yabancı televizyonlar, Rolling Stones Magazin geldi. Öyle önemliydi ki yaşananlar, bugünden sonra bir şeyler yapmasam da olur dedim. Maddi kazanç önemli değil ama öyle bir şey yapmışız ki… Gerçekten çok duygusaldı ve elli bin kişiye yakın insan vardı konserde. Orda müziğin bize verdiği devasa bir güce sahipmişiz.

Turne sonrası önlerini görebilmek için biraz geri çekiliyorlar. “Stüdyoya girdik ve bir Karakan albümünü yaptık. Onu da 97’de Türkiye’de piyasaya sunduk. Güzel bir albüm koyduk ortaya ama hiçbir şekilde ne konser olarak ne de başka şekilde karşılığını gördük. Plak şirketi elinden geleni yapmaya çalıştıysa bile Türkiye’de rap’e öyle bir ilgi, arz talep henüz yoktu.”

Sonrasında Cartel devam etmiş olsa da Kabus Kerim dâhil olmadı. “Dâhil olmayacağımı da söyledim çünkü o sayfanın öyle kalması gerektiğini düşünüyordum.” Ancak dans pistlerini DJ performanslarıyla hareketlendirmeyi sürdürüyor.

Bu yazı Berlin Yunus Emre Enstitüsü’nün desteğiyle hayata geçirilen #60JahreMusik projesinin bir parçası olarak hazırlanmıştır.

Bunlar da ilginizi çekebilir

Bu Başlıkta Daha Fazla - #60JAHREMUSIK

Fikirlerinizi paylaşın