Alman yazar ve şair Sabine Schiffner, en son otuz dokuz yıl önce gördüğü arkadaşı Zeynep’i aramak için hayatında ilk defa İstanbul’a geldi. Almanya’ya dönüşünden bir gün önce kendisiyle buluştuk ve sonuçlardan çok süreçlerin önemini bize hatırlatan bu romantik hikâyeyi kendisinden dinledik.
Yazı: Çağla Vera
Düzelti: Sedef İlgiç
İngilizce çeviri: Işıl İlker
Bir zamanlar en özel anlarımıza şahitlik eden fotoğraflar, albümlerde muhafaza edilirdi. Bu fotoğraf albümlerini ne zaman aralasak belleğimiz tazelenirdi.
Yazma pratiğinde eski fotoğraflardan hareket eden Alman yazar ve şair Sabine Schiffner’in fotoğraf albümünde bir çift fotoğraf vardı ki onların yeri diğerlerinden biraz ayrıydı. Tam otuz dokuz yıl önce Almanya’da çekilmiş bu karelerde iki güler yüzlü genç kadın görünüyor: Sabine ve Zeynep. O zamanlar on altı yaşında olan Sabine kısa süre önce, kendi deyimiyle, aynı yürek ve ruhu paylaştığını hissettiği Zeynep ile tanışmış. Zeynep, Sabine ve ailesinin Bremen’deki evlerinde iki haftalığına misafir olan İstanbullu bir değişim öğrencisiymiş. Vedalaşma vakti gelip çattığında bir sonraki yıl İstanbul’da buluşmak üzere sözleşmişler. Ne var ki mektuplaşmaları aniden kesilmiş. Tüm uğraşlarına karşın bir daha Zeynep’ten haber alamayan Sabine, yolunu da hiç İstanbul’a düşürmemiş.
Ancak bu hikâye tam da burada başlamış. Zeynep’le birbirlerinden kopmalarını anlamlandıramayan Sabine yıllar boyu dostunu yeniden bulma umudu taşımış. Atelier Galata bursu ilanı bu umudu alevlendirmiş. Ve Sabine, bu bursa başvurarak, tanışmalarından tam otuz dokuz yıl sonra daha önce hiç gitmediği bir şehirde eski dostu Zeynep’i aramaya karar vermiş.
Zeynep’i Aramak
Başvurusunun kabul edildiğini öğrenir öğrenmez “Zeynep Suchen” (Zeynep’i Aramak) adlı bir blog açan Sabine Schiffner, İstanbul’da geçirdiği süre boyunca gözlemlerini burada paylaşıyor.
Günlüğü andıran bu bloğu okurken hem merak ile bekleyişin giderek tırmandığı edebi bir arayış hikâyesine adım attım hem de bir 21. Yüzyıl İstanbul seyahatnamesi okuduğumu hissettim. Sabine, Zeynep’in izini sürerken ben de İstanbul’u Alman bir yazarın gözünden yeniden keşfettim. Sabine, İstanbul hakkındaki kendi güncel izlenimleri ile Karl May, Orhan Pamuk, Nazım Hikmet gibi yazarların betimlemelerini buluşturduğunda, dün ve bugün, edebi olanla gündelik olan iç içe geçiyor. Zeynep’i bulmak ise kolay değil, sabır gerektiriyor çünkü İstanbul’da ortadan kaybolan başka şeyler de var: “Zeynep’in mektuplarının arkasındaki adres artık yok… İstanbul’da birçok sokak iz bırakmadan kayboldu…”
Üstelik, konuştuğu her İstanbullu, kırk yıl sonra burada kimseyi bulamazsın dese de Sabine, Zeynep’i buluyor. Aradan geçen onca zamana karşın ilk günkü gibi hissediyorlar. Geçmişin genç kızları birer yetişkin; bir edebiyatçı ve bir insan hakları aktivisti olarak buluşuyor, birbirlerine anlatacak çok şeyleri var, aynı yerden devam eden tek şey ise dostlukları.
Sabine ile Almanya’ya dönüşünün hemen önceki günü, Beşiktaş’ta bir kitap cafe’de buluşuyoruz, Zeynep ile İstanbul ile hikâyesinin bazıları bloğunda yer alan, bazıları yer almayan detaylarını kendisinden dinliyoruz. Bloğu yazmanın kendisi için vazgeçilmez hâle geldiğini, şu anki hâlinin yedi yüz sayfayı aştığını, bir kitaba dönüşeceğini ama bunun için epey kısalması gerektiğini dinliyoruz.
Her yazma motivasyonunu bir yeniden inşa girişimi olarak tanımlayan Sabine Schiffner için dostuna tekrar kavuşmak da bir son teşkil etmiyor. Albümdeki fotoğraflar böylelikle romantik ve ulus ötesi bir hikâyeye dönüşerek anlamlarını korumayı sürdürüyor.