Dünyada onaylanan koronavirüs vakalarının 4 milyonu geçtiği ve salgının yeniden kontrolden çıkmasıyla ilgili kaygılar duyulan bir haftadayız.
COVID-19’un etkisi ve hissettirdikleri üzerine üç soruluk soruşturmama İstanbul ve Çanakkale’de yaşayan sanatçı ve sub insiyatifi kurucu ve yürütücülerinden İlayda Tunca katıldı.
Nasıl etkİlendİn?
Bu sürecin hayatlarımızın başka şeylere ne derecede bağlı olduğuna dair ciddi bir iç görü kazandırdığını düşünüyorum.
Önce sayılar takip edildi, sonra virüsü tanıma süreci. Giderek anlayışımızın artması daha iyi hissettiriyor.
İlk zamanlarda korku dalgasına kapıldığımda “korona mıyım, değil miyim, değilim, yok değilim, olabilirim, miyim, kesin, tamam, olabilirim ve atlatabilirim” gibi iç hesaplaşmalar yaşamanın bir takım davranışlarımı güncellemem için iyi bir motivasyon olduğunu söyleyebilirim. Lakin hâlâ virüsü kaptım mı, kapmadım mı, hiç bir fikrim yok.
“Hastaymışsınız gibi davranın” önerisi önemliydi bence: insanlara zarar vermemek adına daha az insan görmeye başladım ve insanlara da daha az yaklaşmaya ve dokunmaya çalışıyorum. Kalabalıkta davranışlarımın değiştiğini gözlemleyebiliyorum, bir şekilde mesafelendik. Diğer taraftan da sarılmanın öpmenin ne kadar güzel şeyler olduğunu hatırlayarak mesafelenmeyi aştığımız anlar da oluyor. Bu konuda belki çeşitli teknikler bile geliştirdik diyebiliriz. (Annenin kızına sarılmak için üstüne çarşaf atması, gibi…)
İtiraf etmeliyim ki ilk iki hafta kendimle baş başa kaldığım zamanlar çok iyiydi.
Sessizlik çok güzel. Hayatın akışı ne kadar gürültülüymüş derken, bir kaç gündür “eskiye” geri dönülmesinden bahsedilmeye başlandı bile. Eski ya da normal diye anılan bu sürece geri dönmemizin en muhtemel hata olabileceğini düşünüyorum…
UZUN VE KISA DÖNEMDE SANAT DÜNYASI NASIL ETKİLENECEK?
Eskinin öldüğü ama yeninin bir türlü doğamadığı, ıkıntılı (sıkıntılı değil, ıkınan) bir dönemden geçiyorduk, bir anda sanıyorum, “çağ” atladığımıza şahit olduk ve tam anda, süreksiz bir tür şoktayız. Bu anlamda siber dünyaya karşı bir teslimiyet yaşandı bence. Bu ışıklı ortama tamamen teslim olmadan devam edebilir miyiz acaba? diye düşünmeden edemiyorum. Diğer taraftan, bu ortamın beni heyecanlandıran olasılıklarını da görmezden gelemiyorum. Bu bağlamdaki yeni düzenlemelerle ilgili önümüzdeki süreçte düşünüyor olacağız gibi görünüyor.
Lisede MEB’in bastığı bir sanat tarihi dersi kitabında Duchamp’ın L.H.O.O.Q.’suna rastladığımda basitçe ifade edecek olursam, çarpılmıştım. 5 santimetrekarelik (gerçekten çok küçük) bu görüntü toplumsal kaosa dair bakışımı değiştirmişti.
Bana göre kaos bir yaratım itkisi ve aynı zamanda « bilmemek » harika bir imgelem kaynağı [Marianne*]. Biz kendi aramızda tam buraya “tükenişin ufku” diyoruz, Bifo’dan duyduk [Virüs Mitolojileri (Virus Mythologies)].
Ne değİşsİn İsterdİn?
Salgın uzun zamandır kapıda bekleyen değişimin manifestosu gibiydi: Mevcut sistemin kendini nasıl sürdüremediğini yazmaktan ve konuşmaktan yakınır hâldeydik, ama bu kez hayata yaptığı bu doğrudan etkiyi görmezden gelemediğimiz bir noktadayız ve bu nokta biz aynı yerde dursak bile hareket hâlinde. Bu değişime nasıl katılacağımıza dair özgün anlamlar üreteceğimizi umuyorum.
Ayrıca, aşıyı beklemektenin ötesinde virüsle eşleşmeyi ve beraber yaşayabilmeyi, özel hayatımı bedensel sağlığım pahasına hiç bir merciye devretmeden hayatımı sürdürebilmeyi umuyorum.
* Marianne Villiere